zipirinsan. Blogger tarafından desteklenmektedir.
RSS
Post Icon

Prenses'e veda

Prenses'in dün aramızdan yine insan eli ile, kaldırıma park eden otomobilin hareket esnasında bakmadan çalıştırması sonucu kaçamayıp can çekişerek ayrılması nedeni ile uzun bir yazı yazmıştım.

Bugün ezilme anından sonra can çekişerek kendini bir o yana bir bu yana attığını söyledi birisi, arkadaşım bulmadan önce durumu çok daha kötüymüş, ki arkadaşım da hala göz yaşı döküyor, beni o can çekişmeler ölmesinden daha çok üzüyor. Oraya park etmiş her araca potansiyel katil gözü ile bakıyorum.

Meğer göbüşlü kızımız iki kez sahiplenilmiş, iki kez de geri getirilmiş... Sevmemişler, öte yandan onu ölümünden sonra seven naif, güzel insanlar var. Ölümünden önce okyanus ötesinden gönlüyle sahiplenen biri var. Dün ona Prenses'i sevmeyen ölsün yazmıştım, bugün Prenses diye seslenince cin cin kafa uzatan bu akıllı ve iyi huylu bıcırı sevmeyenlerin bir yerlerde var olduğunu öğrendim. Karmanın onları bulmasını bekliyorum. Bu tip insanlar en sevmediğim insan tipi, bir hevesle bir canı üzdüklerinin, güven duygusunu zedelediklerinin farkında değiller.

Neyse, okyanus ötesinden bile seveni, göz yaşı dökeni var, bu parçayı gönderdi kızımız için:


Mırıl mırıl uyusun, ninni.


  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Post Icon

Prenses artık yuva aramıyor


Bu dünyalar güzeli kız Prenses, Aralık ayında iki kardeşi ile beraber bir çöp poşeti içinde çöpe atılmak üzereyken arkadaşım görüyor. Bir apartmanın bodrumunda doğmuşlar ve apartman şikayetçiymiş, kapıcı da bu çözümü bulmuş. Arkadaşım üç gözü açılmamış bebeği alıp Aorta Veteriner Kliniği'ne götürüyor, hepsinin bakımları yapılıyor gözleri açılıyor, bu hanım kızımızın iki kardeşi yuva da buluyor. Prenses ise çok iyi huylu olmasına rağmen kardeşleri gibi şanslı değil, korkak ve obur, bu saatten sonra yuva bulamaz, sokağa alışır belki diyerek bize bırakılıyor, hazır kısırlaştırılmış ve iyi huylu göbekli kızımız hayatında ilk kez sokak görünce zaten korkak, çok korkuyor. Ön patileri kucağa al beni dercesine uzatıyor, koynumda gezdiriyorum.

Hani güneşi ilk kez gören inekler var ya, bu kız da onlar gibi, kediliğinin farkına varıyor. Yürümesi bile badi badi, göbekten gidemiyor.



Bu kızımız şaşırtıcı derecede akıllı çıkıyor, dışarıda o kadar mutlu ki yuva bulana kadar zaten kedi sabiti 6 olan evime almak ve almamak arasında kalıyorum. Evdekilerden dayak da yiyebilir, özel köşe yapıyoruz tuvaleti için, ben tasma alıyorum reddediyor. Cin cin kafasını uzatıp göbeği löp löp mutlu mutlu koşuşturuyor.


Yaşadığı mekan otoparkta kenarda kalan bir kedi evi, otoparkı bırakmıyor pek. En son geçenlerde biraz peşimden gelir gibi olup tekrar otoparka dönüyor. Diğer kedilere çeviklikte 4 kilo bir tombik olarak yetişemiyor ve sokağa çok güzel uyum sağlayıp çok mutlu olsa da göbeğini sevdirmekten acayip zevk alan kızımızın bir kusuru var, kaputlara giriyor ve göbekli olduğu için çevik bir hareketle değil sürüne sürüne çıkabiliyor. Öyle ki arkadaşımın kabusu oluyor, birkaç defa arabasının kaputundan çekip çıkarıyor mırmırı. Otoparktaki insanlara gördükçe rica ediyoruz kaputu kontrol edin lütfen diye.

İnsanlardan tek ricamız bu. Lütfen arabanın altını ve kaputunuzu aracınızı çalıştırmadan bir kontrol edin.

İnsanların ise "rica"ları bitmek bilmiyor. Haftasonu iki gün üst üste iki ayrı kişi ile konuşuyorum. İlki ile tartışıyorum demek daha doğru olur. Beyefendi diyor ki içinde kedi evinin de olduğu parkta bu kadar kedi olması normal miymiş, hayvanat bahçesi mi miymiş orası, yaptığımız çok yanlışmış, herkes yemek veriyormuş kediler de sıçıyormuş sabah park bok kokuyormuş. Bak sen! 

Kendime the f word'ü kullanmadan İngilizce tartışabildiğim için şaşırıyorum. Halbuki beş senedir burada yaşayıp kedilerin bok kokuları için onların her şeyi ile ilgilenen bizi suçlayan bir dallama get fuckin used to it'i hak ediyor. Ertesi gün ise dev kedi besleme noktaları temizliği yapıyorum. Yıkamak üzere kapları toplarken sonradan aktör olduğunu hatırladığım birisi beni durduruyor. Çok güzel bir şey yapıyorsunuz fakat bunlar burada bu kadar çok olmasa diyor. A ha! Yine aynı sözler... Ufacık yaşerleşim bölgesinde üç bin kişiyiz, üç bin! Esas keşke biz burada bu kadar çok olmasak. 

Kısırlaştırsanız diyor, arkadaşımla sayılarını bilmediğimiz kadar çok kediyi tedavi ettirip kısırlaştırıyoruz, sokak canlarını besliyoruz. Ben evde minimum altı kedi ile hayatımı sürdüremiyorum bile, yükün altında kalıyorum. Halbuki zıpır'la amacımız değil de hayalimiz diyelim, site hit alırsa bir gelirimiz olursa sokak hayvanları için harcamak. Mama olur, tedavisi kısırlaştırması olur... 

Ve yazacağım çok şey var, o kadar yorgun geliyorum ki eve, yazamıyorum. Üstelik işim bilmemnem şuyum buyum olduğu için değil, bu hayvanlar işgal ettiğimiz ve mutlak bir şekilde kendimizin addettiğimiz alanlarda en azından rahat barınabilsinler, insanoğluna maruz kalmadan hayatlarını onlara sunulan minicik alanlarda sürdürebilsinler diye. Ne oluyor bu sefer... tüm ihaleler bana kalıyor, kendime bakamazken yüz küsur kedinin sorumluluğunu almış buluyorum kendimi. Çok bencilsin insanoğlu, ilgilenen biri olduğunda nereden yardım eder bir ucundan tutarım demiyorsun da kendinin de rahatlıkla yapabileceği şeyleri başkalarına yıkmaya çalışıyorsun. Neden insan neden? Neden bu kadar bencilsin?

Bu alanların mutlak surette sana ait olduğu fikrine nereden kapıldın? Oysa ben senden sadece tek şey istedim, aracının altına ve kaputuna bak. Yapmadın. Yapmıyorsun, bunu yapmaya ihtiyaç bile duymuyorsun. Yapsaydın şu an aylar önce poşet içinde iki kardeşi ile bulduğumuz Prenses umursamazca yaya kaldırımına park ettiğin aracının altından kaçamayıp ezilmezdi. Ölüm döndü dolaştı Prenses'i yine aynı yerde aylar sonra buldu.

Oysa ben bugün göbeğinin pamuk beyaz fotoğrafını çekecektim, ortalarda yoktu. Azıcık etrafı tanımak istemiş meğer. 

Kısırlaştırıp mantar tedavisini başlattığımız erkek pisi Sylvester ile hastalanan Badem bey ve yolda yanımıza gelen sümüklü bir kediyi getirirken seni bulan arkadaşım aradı, berte prenses ezilmiş! Onun sesinden senin ne kadar acı çektiğini hissettim, geldiğimde senin için çok geçti. Kutuna koyduk seni, göbeğinin fotoğrafını çekmek istedi arkadaşım. Nefes alıyorsun gibi geldi, ölümünü ikimizde kabullenememiştik herhalde ki ikimize de öyle geldi.

dünyanın en löp löp göbüşü

Bari acı çekmeden öl diye veterinere taşıdım, şişko olduğun için kutudan taştın, sanırım son canını da o sırada verdin ve ben sana sarılıp göz yaşlarımla tüylerini temizledim. En azından kuş gördün, yağmur gördün, toprak gördün, sevgi gördün, sevgi verdin. Kısa bir süre için de olsa dışarıda mutlu oldun. Sadece bir insan aracın altına bakıp seni kovmadı diye son damlasına kadar kanını ve can çekişerek canını verdin. Yağmur kanını kaldırımdan hala temizleyebilmiş değil ve temizlemeyecek insanın eline bulaşan diğer canlıların kanını hiçbir yağmur.

Gittiğin yerde, yani kedi cennetinde -ki umarım vardır böyle bir yer ve umarım insanın kendisi varsa da kibri girmemiştir tek sonsuz mutlu olacakları yere- bol bol kedilik yap. Bu dünya senin renklerini taşıyacak kadar renkli değil. Ve huzur içinde uyu sevgili Prensesim, çok sevildin sen.


Peki sen insan? Artık bir tane daha eksikler, mutlu musun?

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS